Peşine düşülen, türlü isimler verilen, erişmek yolunda bazılarının çıkmaza düştüğü yegâne hakikat, en son Ehlibeyt hüviyeti ile kendini tanıtmıştır. Dolayısıyla Ehlibeyt’i tanımaya çalışmak, insanın kendi hakikatini tanımaya çalışmasıdır. Onların yaşadıkları ve meseleler karşısındaki duruşları öğrenildikçe, insanın hayır ile şerri, hak ile bâtılı tefrik hususundaki melekesi de sıhhat bulacaktır.
Hz. Hasan, Hz. Muhammed Mustafâ’nın “arşın arz üzerindeki misafirlerinden biri” olarak vasfedip, “oğlum” diye hitap ettiği, son demlerinde dahi yanından ayırmadığı, İslâm’ın zâhirî ve bâtınî hâmîi olarak ümmete emanet ettiği yâdigârıdır.
Yâdigâr-ı Mustafâ: Hazret-i Hasan adlı eserin ilk bölümünde, Hz. Hasan’ın biyografisi kaleme alınmış; ailesiyle birlikte yaşadıkları, kendisine atılan iftiralar, suikast girişimleri ve hilâfeti sırasında vukû bulan hâdiseler değerlendirilirken, İslâmiyet’in ilk dönemine farklı bir gözle bakma imkânı da sunulmuştur. İkinci bölümde ise, Ehlibeyt muhibbi şairlerin medhiye ve mersiye tarzında söyledikleri kırk yedi manzum derlenerek, ilk bölümde okunan hâdiselerin âşıkâne ve ârifâne terennümleri arz edilmiştir.
“Nâzenîn-i Hazret-i Mahbûb-i Rabbi’l-Âlemîn
Yâdigâr-ı Mustafâ’dır feyz-i gufrânım Hasen”