“Öylesine güçlü, öylesine etkileyici, öylesine ‘ben’i olmayan, öylesine aşkın birisiydi ki…Bir anda devrimi oluşturan tüm etkiler gözümün önünde canlandı. Şah’ın devrilişi, şahadet şarkıları, Batı tarafından gölgelenmiş İslâm Medeniyeti’nin tekrar sahneye çıkışı. Bütün bunlar bu adamın varlığında özetleniyor gibiydi.
İran’da Müslüman olarak doğup, devrim için savaşmak kaderimde yazılmamışsa da, kalp düzeyinde devrime iştirak etmişim işte. Çünkü kaynağının saf olduğunu biliyordum.
Ben be devrimin İslam’ın İmam Humeyni’nin kutsallığını temsil ettiğini biliyordum. Lâkin Batı Dünyası için çizilmiş yolun başka olduğunu da bilerek. İranlı mücahitlerin tamamlaması gereken şeyler vardı daha: İçteki cihadı, büyük cihadı tamamlayamamışlardı henüz. Bu yüzden dünyayı algılayış biçimleri halâ problemliydi…”