Hiç bir kalemin mürekkebi Fatma’nın bedenini yıkarken Ali’nin yakıcı gözyaşları gibi olamaz. Alevî tarihinin alnında bu denli derin buruşukluklar yaratan şey de bu dertlerdir. Bu dertler söylenebilecek dertler değildir, açıklanabilecek dertler değildir, tasvir ve tasavvur edilebilecek dertler de değildir.
Dert çok derin olduğunda yaraya benzetirler ve eğer yara çok fazla yakıcıysa onu da ateşe benzetirler. Hangi ateşin harareti Ali’nin yirmi beş yıl “gözde diken boğazda kemik” sessizliğinde çektiği gönül yangınıyla eşit olabilir? Öyleyse bu tür dertler “benzeyen” değil “benzetilen”dirler. Nitekim Alevî tarihi bu tür dertlerle doludur.